Tarih üzerine Yazılar, Savlar, Sorular
#51
Herkese güzel bir hafta dilerim.


Bu haftasonu yıllar önce okuduğum bir kitabı tekrar okumaya başladım: TURKS ( A Journey of a Thousand Years, 600-1600 )



c12541b42d2d8ddb83d66ff775477303.jpg


Bu kitapda yer alan, Osmanlıyı büyük bir imparatorluk haline getiren adımları atan Fatih Sultan Mehmet'in Topkapı Sarayı Arşivlerinde saklanan 'karalama defteri'inin fotoğrafını forum üyeleriyle paylaşmak istedim....

İmza / Tuğra denemelerine bir bakın.

Hat sanatına ve Osmanlı Padişahlarının Tuğra'larına meraklı biri olarak, sanırım burada Tuğra üzerine de bir yazı yazacağım yakında

0060bf060f65ca0ab3a3054bae8d3340.jpg

8fc2d83a2085f19779a2f436bd4c134c.jpg

6f550d706dec849972e5beec9738466e.jpg




Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla
#52
937d6dc97cf9ec19dc796da1f07f83b8.jpg




Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa

Geçenlerde şu yalancı ve hasta ruhlu İngiliz Ajanı Nam-ı diğer Arabistanlı Lawrence'dan söz ederken, Medine'yi ve Peygamberin mezarını kararlılıkla koruyan büyük askerimiz Fahreddin Paşa'dan kısaca söz etmiştim bir cümle ile.

Şimdi çay keyfi yaptığım bu arada onunla ilgili yıllar önce okuduğum kitaplar ve farklı araştırmalardan zihnimde kalanlardan ve aldığım notlardan bir kaç şey paylaşmak istedim.


Fahreddin Paşa Harp okulunu bitirip Osmanlı ordusunda subay olarak göreve başlar.
Her zaman empatisi yüksek, komuta ettiği askerlerle yakın ilişki geliştiren bir liderdir.

Osmanlı İmparatorluğunun yaşadığı en büyük hezimetlerden olan 1912 Balkan Harbinde ( 500 yıldır bize ait olan toprakları yitirdiğimiz, büyük kıyım ve nüfus değişikliklerine yol açan bu olay, İttihat Terakki eşkiyalarının çok önemli pay sahibi olduğu felaketlerden biridir, sonrasında da I. Dünya Savaşına plansız sokar ülkeyi bu çapsız ama ihtirasları büyükler) başarıyla yönettiği bir savunma hareketiyle güzel şehrimiz, imparatorluğun İstanbul'dan önceki başkenti Edirne'nin geri alınmasında büyük pay sahibi olur.

Gelelim Medine Savunmasına:

Lawrence denen İngiliz Gizli Servisi ajanının 1916 yılında Arapları Osmanlıya karşı ayaklandırdığı o dönemde İngiliz destekli Arap güçlerinin (Şerif Hüseyin kuvvetleri) en büyük hedeflerinden birisi de Medine'yi Osmanlılardan geri almaktır.

Mekke ve çevredeki her merkezi ele geçirmişlerdir ama Medine'de büyük bir direnişle karşılaşırlar.
Fahreddin Paşa ayaklanma başladıktan hemen sonra Medine'ye ulaşmış ve savunmayı üstlenmiştir.

Yerli halkla çok iyi ilişki kurar ve çok adaletli biri olarak düzenin sağlanmasını üstlenir.

İlk iş şu iki önemli aksiyonu alır Fahreddin Paşa:

1) Şehrin savunmasında güçlük olmasın diye tüm hastaları, subay ve memur ailelerini kadınlar ve çocuklarıyla Şam'a doğru yola çıkartır.

2) Medine'deki Peygamber'in mezarı ve çevre alanında bulunan Kutsal Emanetleri ve yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu tarafından buraya gönderilmiş değerli hediyeleri (olası bir mağlubiyet durumunda İngilizlerin eline geçmesin diye) Medine Ulemasından bir fetva da alıp İstanbul'a doğru sıkı bir korumayla gönderir (Topkapı Sarayında gördüğümüz Mukaddes Emanetin / Kutsal Emanetlerin çoğunu onun bu tavrına borçluyuz).

Şehre yaklaşan Arap isyancıları püskürten Fahreddin Paşa'dan dolayı, Lawrence'ın öğütleriyle çevredeki tüm Osmanlı İkmal hattının tren raylarını havaya uçurmaya başlar bu isyancılar.
Medine demiryolu hattı savunmaya çalışan binlerce Türk askerine mezar olur.

Kuşatma altındaki şehirde yiyecek sıkıntısı başlar. Hiç bir yerden yardım gelmez. Açlık, susuzluk had safhaya ulaşır. Sayı ile askerlere dağıtılan Hurmaların çekirdeklerinin toplanıp develere yem olarak verilmesini ister. O sıralarda şöyle bir şey olur, Medine'nin üstünden bir bulut şeklinde geçen Çekirge sürüsünden dolayı şehre yağmur gibi çekirge düşer. Fahreddin Paşa hemen Peygamberin hadislerinden derlediği bir bilgiyle Çekirge yemenin sünnet olduğunu söyler ve çekirge ile yapılabilecek farklı yemek tarifleri bile hazırlatır. Çekirge yer askerleri.

Bu arada salgın hastalıklar da belini büker savunma güçlerinin.

30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi ile tüm Osmanlı Ordusu silahlarını düşmana teslim eder ama Fahreddin Paşa yapmaz bunu ve savunmaya büyük bir ruhla devam eder.

İstanbul'dan Harbiyeden gelen teslim olma emirlerini reddeder.

Şöyle der:

"Bu asker Medine'nin enkazı ve Peygamberin Türbesinin altına kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve Mescid-i Saadet'in minarelerinden Al Sancağı alınmayacaktır. Allah bizimle beraberdir, Şefaatçimiz onun resulu Peygamber Efendimizdir."

Yatağını Peygamberin mezarının yanına taşıtır.

İstanbul'da Düşman kuvvetlerinin kuklası olmuş hükümetin Sadrazamından " Teslim Ol" emri gelir. 'Burası mukaddes bir şehirdir, Padişah'tan gelmeli yazılı emir' diye karşılık verir.
'Padişahın imzası yok' deyip teslim olmayı yine reddeder.

Bu kez de, Düşman güçlerin kuklası olmuş Padişahtan imzalı emir gelir. Ona da 'baskı altında imzalamıştır' diye itiraz eder. Teslim olmaz.

Hep aynı sözü söyler: "Ben Peygamberin mezarını bunlara bırakmam, Al bayrak burada dalgalanacak."

Ta 10 Ocak 1919'a kadar, Osmanlı İmparatorluğunun savaş bittikten çok sonra sonra bile teslim edilmeyen bu şehrinde, Peygamberin mezarında namaz kılarken 'teslim olunmasını savunan bir grup' tarafından hücuma uğrar. Düşmana teslim etmemek için Kılıcını ve Silahını Peygamberin mezarına saklar.

İngilizler kendilerini bu kadar uğraştıran bu kahramanı hemen Malta Adasına esir kampına gönderirler.

Bu arada Anadolu'da düşmana karşı direnişi örgütleyen Mustafa Kemal, bu çok değer verdiği askerin durumunu sürekli sordurmaktadır. Malta'dan (farklı kaynaklar bir kaçırma organizasyonundan da bahsediyor) İstanbul'a değil, Kurtuluş Savaşına dahil olmak için, doğrudan Sakarya'ya Mustafa Kemal'in yanına gider, büyük saygıyla karşılar onu Mustafa Kemal. Savaşın mevzilerinden birinde görevlendirilir, sonrasında ilk Büyükelçimiz olarak Anadoludaki Kurtuluş Savaşına destek almak için yurtdışında emek harcar.

1948 yılında Eskişehir'de bir gezi sırasında vefatına kadar, hep çok saygı duyulan bir kahraman olarak yaşar bağımsızlığını kazanmış ülkesinde.




















Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla
#53
Ruhu şad olsun, Türk'ün yetiştirdiği en büyük askerlerden biridir kendisi.

LG-D802TR cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Cevapla
#54
Asker-millet olarak Türk'ün yetiştirdiği kahraman asker çok da maalesef bilen yok.Hocam İskitler hakkında birkaç kelam duymak isterim sizden.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
bana mı öyle geliyor yoksa daha hızlı mı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?
Cevapla
#55
İskitler/Sakalar hakkında geçmişte okumalar yapmıştım, bir ara yazarım onlar hakkında.


Sent from my iPhone using Tapatalk
Cevapla
#56
Tarihsel olaylar hakkında çapraz okumalar yaparken, olayın geçtiği dönemde farklı toplum katmanlarının olaya dahil oluşuyla ilgili detayları önemsiyorum, tek boyutlu düşünmek tuzağından kurtarıyor çapraz okuma ile birlikte bu toplumsal katman bakışı.

Mustafa Kemal'in liderliğindeki Kurtuluş Savaşımız ile ilgili bir şeyler yazmak istedim bugün.

Hepiniz Türkiye'nin işgaline karşı direnişe geçen Anadolu halkının Anadolunun farklı yerlerinde örgütlediği Kuva-yı Milliye hareketine, Mustafa Kemal ve yanındaki askerlere karşı İngilizlerin kuklası olmuş Padişah ve İstanbul Hükümeti tarafından çıkartılan idam hükmünü bilirsiniz.

Padişah Vahdeddin'in Hatt-ı Hümayun'u eşliğinde İstanbul'daki Şeyhülislam tarafından ülkelerini işgal eden düşmana karşı direnişe katılan vatanseverlerimiz hakkında dünyanın hiç bir yerinde örneği görülmemiş bir şekilde Fetvay- Şerife yayınlanır.

Bu Fetva'da Kuvva-yı Milliyecilerin, Mustafa Kemal ve çevresindekilerin ölüm fermanı vardır ve onları kitle halinde öldürmenin farz olduğu, onlara karşı savaşırken ölenlerin de şehit olacağı yazılıdır.

Anadolunun Yunan orduları tarafından işgalini planlayan İngilizlerin yönlendirmesiyle bu Fetva uçaklardan atılma da dahil türlü şekilde Anadolu'ya dağıtılmaya başlanır.

Ama Anadolu'daki vatansever, ahlaklı din adamları kendi aksiyonlarını almaya başlamıştır. Anadolu'nun her yerinde din adamları işgale karşı savaşmanın önemi hakkında konuşmaya başlamışlardır halkla.

Bir çok örnek var ama burada birininden bahsedeyim.

Bakın Denizli Müftüsü toplanan halka ne der:

" Her ne pahasına olursa olsun Yunanlılara karşı koymak gerekir. Yunanlıların işgal eylediği memleketler halkı için de farz-ı kifayedir.

Ben fetva veriyorum. Silah ve cephane azlığı veya yokluğu hiçbir zaman kavgaya mani olmayacaktır.
Hiç bir müdafaa vasıtası olmayan bir Müslüman dahi yerden üç taş alarak düşmana atmaya mecburdur."



Ne güzel söylemiş, ne müthiş bir ruhla söylemiş Denizli Müftüsü ve bir çok Anadolulu din adamı.



Kukla Padişahın ve İstanbul'daki Şeyhülislamın yazdığı fetvaya karşı Anadoludaki vatanseverler bir karşılık vermek isterler.

Ankara müftüsü Rıfat Efendi ve 153 müftü şu müthiş "Karşı" fetvayı yayınlarlar:

"Dünyanın düzeninin sebebi olan Müslümanların Halifesi hazretlerinin hilafet makamı ve saltanat merkezi olan İstanbul, Halife’nin rızası hilafına olarak, müslümanların düşmanları olan devletler tarafından fiilen işgal edilerek İslam askerleri silahlarından soyulup bazıları haksız yere öldürülerek, Hilafet merkezinin korunmasını üstlenen, bütün istihkamlar, kaleler diğer harp vasıtalarını zapt ve resmi muameleleri yürütme ve müslüman askerleri techize memur olan Bab-ı Ali ve Harbiye Nezaretine el konularak, halifeyi, milletin hakiki faydalarını temin edecek tedbirler almasından fiilen yasaklama, sıkı yönetim ilanı, Divan-ı Harpler teşkil ederek İngiliz kanunlarına uygun olarak muhakeme ve cezalandırma suretiyle Halife’nin hükmetme hakkına müdahale ve yine Halife’nin arzusu hilafına olarak Osmanlı memleketinin bir parçası olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisine düşmanlar tarafından tecavüz edilerek, gayrimüslim vatandaşlar ile işbirliği halinde müslümanları öldürüp, mallarını soygun ve yağma edip , namuslarına tecavüz ederek mukaddesatlarını tahkir ettikleri taktirde yukarıda açıklandığı gibi harekete maruz kalan ve esir olan gayretlerini sarfetmek bütün müslümanlara farz olur mu?


Cevabı budur : Allah en iyisini bilir , OLUR (Düşman saldırdığı zaman onunla savaşmak herkese farzdır.)


Bu şekilde hilafetin meşru haklarını , gasbedilen gücünü geri almak ve tecavüze maruz kalan memleketleri düşmandan temizlemek için cihad edip savaşan müslümanlar dinen baği (devlete isyan etmiş) olurlar mı?


Cevabı budur : Alah en iyisini bilir. OLMAZLAR.


Yukarıda yazıldığı şekilde Hilafetin gasbedilen haklarını geri almak için , düşmanlara karşı açılan savaşta vefat edenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı?


Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR.


Bu şekilde cihat edip dini görevlerini yerine getiren müslümanlara karşı düşman tarafından müslümanlar arasında silah kullanıp adam öldüren kişiler en büyük günahı işlemiş ve fesat çıkarmış olurlar mı?

Cevabı Budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR.

Düşman devletlerin zorlaması ve kandırması sonucu verilen hak ve hakikat ile bağdaşmayan fetvalara müslümanların bağlanmaları ve dinen ona göre hareket etmeleri doğru olur mu?


Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLMAZ. "


İstanbul'daki İngilizlerin kuklası Padişah, Şeyhülislam, Hükümet ve bir çok işbirlikçinin İngilizlerin yönlendirmesiyle ahlaksızca tasarladığı dini kandırmacaya, vatansever Anadolulu din adamları böyle karşılık verir. Bu "Karşı" Fetva hemen Anadoluda dağıtılmaya başlanır.

Bunlar da Kurtuluş Savaşımızın dini cephedeki kahramanları.
Cevapla
#57
General Cemal Madaoğlu'nun anılarından İşgal İstanbul'una dair iki anı:

( bir not olarak: Çocukken Kadıköy'deki ailemizin yaşlılarından benzeri çocukluk anıları duymuştum.)



"Ben ilkokulu bitirmiştim. İstanbul işgal edilmişti. Kadıköy'de Mısırlıoğlu'na taşınmıştık. Çünkü Kartal'da Sultani (ortaokul yoktu).
Kadıköy'de yerler hep arnavut kaldırımıydı. Atmak için taş bulamazdık. Mahalledeki arkadaşlarla köşebaşlarına taş kümeleri yığardık.

Niçin ?

Çünkü akşam üzerleri bakkala, çarşıya alış-veriş için çıkan kadınlara işgal kuvvetlerinden birisi sarkıntılık etti mi, herifi taş yağmuruna tutardık. Kadınlar, kızlar bizim savunma ateşimiz altında evlere kaçarlardı."


"Evde, okulda, sokakta yaşadığım bir çok olay, işgal kuvvetlerine, düşmana, emperyalizme karşı bilinçlenmeme yol açıyor. Daha çok küçüğüm; ama yüreğimde bir şeyler oluşuyor.

Komşumuz üsteğmen ile dost olduk.

Ben her sabah okula gitmek için erken kalkıyorum. Kadıköy Sultanisinin (ortaokul) ilk sınıflarındayım. Ama yaşım çok küçük. O sıralar her sınıfta, her yaştan çocuklar bulunabiliyordu. Zil çalmadan derse yetişmek için telaş ediyorum. Kahvaltıyı yarım yamalak yapıyorum.

Annem kızıyor: Oğlum, daha vakit var, doğru dürüst kahvaltı etsene...

Lokmalar ağzımda yanıt veriyorum: Bir işim var, okula erken gitmem gerek...

Evden çıkınca hemen komşunun kapısına koşup sesleniyorum:
- Mülazım amca, Mülazım amca, ben geldim.

Üsteğmen palaskasını kuşanmaya çalışarak kapıdan görünüyor:
- Geliyorum oğlum...

Birlikte yola çıkıyoruz.

Peki, görevim nedir ?

Ben önden yokuş aşağı koşarım. Kuşdili Çayırına doğru. Sokak ve caddeleri aşarken dikkat ederim. Kavşaklara, köşe başlarına gelince sağa sola bakarım. Acaba İngiliz, Fransız, İtalyan subayı var mı ? Eğer işgal kuvvetlerinin bir subayı varsa iki kolumu yana açarım.

Bu demektir ki:
- Gelme ! ... Olduğun yerde dur ve bekle.

O zaman Mülazım Amca bekler, ya da görünmemek için bir yan sokağa sapar. Eğer vardığım köşe başında bir işgal subayı yoksa sağ kolumu dikine havaya kaldırırım. Üsteğmen rahatça yürür.

Ben Mülazım Amca'yı böylece kılavuzluk yaparak Kızıltoprak istasyonuna götürürüm. Oradan trene biner. Çünkü onun görevi Erenköy'de...

Sonra ben koşa koşa okula yetişirim.

Niçin böyle yaparız ?

Çünkü İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Harrington emir vermiş: Bütün Türk subayları işgal subaylarına selam verecekler.
Bu emri yerine getirmek komşumuz üsteğmene ağır geliyor. Ben her sabah onu işgal subaylarıyla karşılaştırmadan görevine ulaştırıyorum."



Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla
#58
Allah bu millete bir kere daha o günleri yaşatmasın.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
bana mı öyle geliyor yoksa daha hızlı mı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?
Cevapla
#59
cd0c64ad6c16ec86f91fa7550054f83a.jpg


Kanuni Sultan Süleyman'ın kendisinden yardım isteyen Fransa kralına 1526'da gönderdiği ünlü mektup Paris'te bir arşivde korunuyor günümüzde.

Günümüz Türkçesiyle mektubun metni:

"Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Azerbaycan'ın ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım. Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Fransuva'sın.

Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup gönderip, ülkenizi düşman istila edip, şu anda hapiste olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsunuz. Söylediğiniz her şey dünyayı idare eden tahtımızın ayaklarına arz olunmuştur. Her şeyden haberdar oldum. Yenilmek ve hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Böyle bir durumda atalarımız düşmanları mağlup etmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Biz de atalarımızın yolundayız ve daima memleketler ve alınmaz kaleler fetheylemekteyiz. Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır. Yüce Allah hayırlara bağışlasın. Allah'ın istediği ne ise olur. Bundan başka haberleri gönderdiğiniz adamınızdan öğrenesiniz. Böyle biliniz."


Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla
#60
Muhteşem Evliya Çelebi'miz

(akşam çayı keyfinde çalakalem yazılmış bir yazıdır.)


Tarihle ilgili bu bölümde bizim büyük Evliya Çelebi'miz hakkında yazmadan olmaz.

Tarih merakımdan, Osmanlıya dair Türkçe, İngilizce kaynakları yıllardır okuyan birisi olarak onunla ilgili ilk söyleyeceğim şey şu olurdu: Bizim tarihimizin en eğlenceli ve bir o kadar da zeki kişisi Evliya Çelebi'dir...

İlber Ortaylı, 'Seyahat sevmeyen Türkler içinden çıkan büyük seyyah' diye tanımlar onu.

I. Ahmed'in saltanatı sırasında 1603 yılında doğdu.
Bundan yaklaşık 400 yıl önce, tam 50 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğunun her yanını gezdi...bir de bunları öyle bir yazdı ki, kimi tarihçiler onun Türk yazarlarının atası olduğunu söylerler....onun yazılarını okuyup da buna katılmamak mümkün değil.

Hatta bu konularda haddimi bilmesem, Ernest Hemingway'in Amerikan edebiyatının devi Mark Twain hakkında söylediği "Modern Amerikan edebiyatı, Mark Twain'in Huckleberry Finn romanından çıkmıştır" sözünü değiştirir Türk Edebiyatı ve muhteşem Seyahatname için söylerdim

Bence Seyahatname detaylıca okununca bu hissiyat oluşuyor ama tabi ki haddimizi bilip, o yargıyı edebiyat eleştirmenlerine bırakalım

50 yıl gez, Osmanlı'nın 22 seferine de katıl, gittiğin her yere müthiş meraklı gözle bakacak berraklıkta ol, bir de bunları yazıp Seyahatname gibi bir Anıt oluştur.

Mezarını bile bilmiyoruz. Yaşlıyken katıldığı bir seferde öldüğü söyleniyor, kimi kaynaklar Viyana yakınlarında vefat ettiğini söyler.


Yazdıklarında öyle esprili şeyler, öyle güzel takılmalar / abartılar görürsünüz ki (kimi zaman çok abartır ama o yakışır ona....bilgi deryasının içine dağıtır onları) ama bir de müthiş bir gözlem gücü, farklı dilleri, farklı kültürleri , adetleri, gelenekleri bir kuyumcu titizliğiyle işleyen müthiş zeki bir adamı görürsünüz...insanlar, gündelik yaşam, yörelerin yemekleri, yapılar, müzik, gündelik yaşamdaki alışkanlıklar, söylenceler onun ilgi alanına girer, her konuya dokunur.... berrak bir zihinle bakar.... iyi analiz eder, akıl yürütür....Farklı dillerle ilgili dünyada bir çok akademisyen bizim büyük Evliya Çelebi'mizin yazdıklarını çok kullanır araştırmalarında, tarihçiler için inanılmaz zenginlikte bir bilgi kaynağıdır yazdıkları.

Bizim değerini hala bilemediğimiz Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Unesco'nun Dünya Belleği Listesindedir. Böyle bir değer için , adına kurulmuş bir enstitüde bir çok araştırma yapılmalıydı, kitaplar yayınlanmalıydı. Bu arada özellikle Anglo-Sakson dünyada bazı akademisyenler Evliya Çelebi üzerine uzmanlaşıyor, onun yazdıklarını farklı bağlamlarda tekrar ele alıyor, kültür araştırmalarında kullanıyor.

Her yazdığını sosyolojik gözlem olarak okumazsınız tabi ki, tüm Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasını 50 yıl gezen bu müstesna Türk, esprili dilini, neşesini hiç kaybetmez. Çok iyi yaptığı gözlemlere bir de fantastik, esprili anlatımlar ekler.

Bilinen örnektir, Erzurum'un ne kadar soğuk olduğunu anlatırken, havada damdan dama atlarken donan kedinin, baharda buzları çözülünce miyavlayıp yere düştüğünü söyler bir yerde

Bu kısa çalakalem yazıda ne onun ne seyahatnamesinin değerine ilişkin bir şey yazabilmek mümkün değil.
Ama ben bu 400 yıl öncesinden, bu kadar zekice , bu kadar esprili şekilde bize seslenen Evliya Çelebi'yi bir ayrı seviyorum. Heyecanını, merakını kaybetmeyişini ve berrak zekayla bakışlarını, esprili oluşunu sevmemek mümkün değil.

İleride yine ona ve seyahatname'sine döneriz (belki) deyip, şu bilgiyle bitireyim: YKY değerli bir iş yaparak seyahatnameyi günümüz Türkçesine uyarlayarak, farklı formatlarla bastı.











Sent from my iPad using Tapatalk
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Tarih ve Ornekleri. 3RD1 28 16,217 30/05/2020, Saat: 05:36
Son Yorum: MetsGo

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: