26/05/2017, Saat: 19:01
Tek kelime ile muhteşem fotolar .
Ağaçlar, Bitkiler, Tarım
|
26/05/2017, Saat: 19:01
Tek kelime ile muhteşem fotolar .
27/05/2017, Saat: 08:17
Bu minyatür ağaçların güzelliğini görünce insanın bir Bonsai ormanı planı yapası geliyor
Sent from my iPad using Tapatalk
27/05/2017, Saat: 13:30
Elinize sağlık gerçekten mükemmel bilgiler, mükemmel fotoğraflar
Ben de meraklıyım bonsai konusuna fakat uzunca bir süre el atamayacağım, şimdilik yavaş yavaş edinebildiğim kadar bilgi edinmeye çalışıyorum. Sıfırdan tohum veya fidan hali ile başlanırsa bonsai ye yukarıdaki fotoğraflardaki gibi kalın gövdeli ağaçlar elde edilmesi on-yüz yıllar alıyor ağacın cinsine göre. Tabi büyük bir kısmı da yetişemeden telef oluyor. Hazır büyümüş almak daha kısa yoldan bu işe başlamaya imkan verse de onda da ruh eksik kalıyor gibi hissediyorum. Uzun, çok uzun vadeli bir zevk bu, umarım sıfırdan başlayıp çocuklarıma, torunlarıma bırakabileceğim böyle bonsailerim olur ileride. En sevdiklerim çam türevi olanlar benim. Evlada güzel ahlak ve çalışkanlık haricinde bırakılacak en güzel miraslardan biri kanaatimce, yüzlerce nesil boyunca el değiştirenleri mevcutmuş Japonya'da. Hristiyanlıkta aile kökeninizin ne kadar aşağıya indiği vaftiz belgeleriniz sayesinde açığa çıkarken, Japonya'da bu durum kaç yıllık bir ebeveynden evlada geçen bonsai sahibi olduğunuz şeklinde . Biz Türklerin maalesef böyle bir kayıt yöntemi hiç olmamış, saray erkanı ve tarikatların şecereleri dışında. Allahtan fotoğraf makinesi icat olmuş da 3 nesil gerimizi görebiliyor, fotoğrafları saklıyoruz.
28/05/2017, Saat: 14:04
Teşekkür ederim @FurkanY Ne güzel düşünüyorsunuz, ağaç çok önemli bir miras çocuklarımıza.
Umarım keyifle zaman ayırdığınız nice Bonsai minyatür ağaçlarınız olur ileride. Sent from my iPad using Tapatalk
29/05/2017, Saat: 12:21
'A Curious History of Vegetables' kitabından Patlıcan bölümü (kısa çevirdim): PATLICAN (Patlıcangiller , İtüzümü ailesinden) Sağlık Yararları: - İştahı arttırır - Bağırsak hareketlerini düzenler - Kandaki kolestrolu düşürür - Cildi yumuşatır Patlıcan da (Amerikan İngilizcesinde Eggplant, İngiltere'de ise Fransızca ismiyle Aubergine) Domates, Patates ve Biber gibi İtüzümü bitki ailesindendir ama kökeni tropik ya da alt tropikal Amerikan coğrafyası değildir. Salatalık gibi o da Hindistan kökenlidir. Hindistan'ın güneyinde yaşayan insanlar Patlıcan'ı binlerce yıl önce bahçelerine ekiyorlardı. Başlangıçta çok dikenli bir bitkiydi, küçük ve acı meyveleri vardı ve gri yapraklarının alt kısmı keçemsiydi. Günümüzde Patlıcan yaklaşık 1 kilo ağırlığa kadar büyüyebilir ve tüm dünyada kıymetli bir sebze olmuştur artık. 900'lü yıllarda Müslüman Orduları Hindistan'ı istila ettiler ve kendilerini sadece altın, değerli mücevher ve baharatlarla zenginleştirmediler, hepimizin şansına o zamana kadar Hindistan dışında bilinmeyen nice iyileştirici bitki ve farklı sebzeyi de yanlarına aldılar. Çok zaman geçmeden Patlıcan İran'dan Ensülüs'e kadar uzanan bütün Müslüman diyarında bahçelerde ve yeme alışkanlıkları arasında yerini aldı. 1200'lerde İtalya ve Fransa'ya da ulaşmıştı Patlıcan. Bu sebzenin yolculuğunu Fransızca ismi iyi yansıtır. Fransızların Patlıcan'a verdiği Aubergine ismi, İspanyol/Katalan dilindeki Albergina'dan gelir. O da Arapça 'al Badingan'dan gelmeydi. Araplar da Güney Hindistan dillerinden birinde Patlıcan demek olan Batinghan'ı kullanan Perslerden almıştı bu ismi. Günümüzde Hintliler Patlıcan'a Baingan der, güney Asya'da ise Brinjal derler bu sebzeye. Kuzey Avrupalılar bu garip görünüşlü, beyazdan, siyah, mor renkli meyveli bu bitkiyi ilk gördüklerinde aynen o sıralarda İspanya'yı işgal etmiş olan Araplara duydukları hissiyat gibi hiç güven duymadılar. Ayrıca Patlıcan'ın İtüzümü türünden olduğu da dikkatlerinden kaçmamıştı. Cadılar ve diğer Hristiyanlık düşmanlarının şeytani övgülerini alan bitkilerdendi bu da. Hemen 'delilik elması' diye adlandırdılar onu, yiyeni kesinlikle delirtirdi. Patlıcan bitkisinin bu güzel meyvesi hariç diğer tarafları gerçekten de zehirlidir. Yaprakları ve kökü, içerdiği alkaloidlerle bulantı ve kusmaya, mide fesadına ve başka hastalıklara yol açar. Alplerin kuzeyinde sadece bilim adamları ve rahipler bu bitkiyi egzotik bir süs bitkisi olarak bahçelerine ektiler. Ama Avrupanın güneyinde yaşayan insanlar, iklimin de uygun olduğu coğrafyalarında, Patlıcan'ı yiyecek olarak daha hızlı benimsediler. İlk Avrupalı göçmenler Amerika'ya gittiğinde yanlarında taşıdıkları bu bitkiyi Batı kıyılarına yaydılar. Günümüzde Akdeniz mutfağında çok lezzetli Patlıcan yemekleri var. Hindistan'dan dünyaya yayılmış Patlıcan, Hint mutfağının da favorilerinden. Batı'da Patates'in yaygınlığı ölçüsünde Hindistan'da da Patlıcan yaygındır. Zengin ya da fakir, herkes bahçesine eker. Bu sebzenin bir çok iyileştirici etkisinin de farkına varmıştı insanlar. Olgunlaşmamış Patlıcan kalp için bir kuvvetlendirici olarak görülmüştü. Kolestrolü de düşürüyordu, Diabet hastaları için de ideal bir besindi. Kansere karşı iyi bir silah olarak da görülmüştü. Ayrıca iştah açıcı ve sindirimi düzenleyici olduğu gözlenmişti. Sent from my iPad using Tapatalk Bu keyifle okunan kitabın önsözünden bir alıntı: ......... Düşünmenin Bedeli: Pek çok farklılığa rağmen tüm insan türleri belirleyici pek çok özellik paylaşmaktadır. En başta, insanların diğer hayvanlara kıyasla olağanüstü büyük beyinleri vardır. 60 kilogram ağırlığındaki memelilerin ortalama beyin hacmi 200 santimetre küptür. En erken erkek ve kadının, 2,5 milyon yıl önce beyinleri yaklaşık 600 santimetre küptü. Modern Sapiens’in ortalama beyniyse 1.200-1.400 santimetre küptür, Neandertal beyni ise daha da büyüktü. Evrimin daha büyük beyinleri seçmesi bize oldukça basit gelebilir. Yüksek zekamızdan o kadar eminiz ki, beyin kapasitesinin daha fazla sının daha iyi olacağını varsayıyoruz. Ama eğer böyle olsaydı, kedi ailesi de hesap yapabilen kediler üretirdi. Hayvan krallığında, neden Homo cinsi bu kadar büyük düşünme makineleri üretebilmiş tek cins? Aslında büyük bir beyin vücutta büyük bir yük demektir. Taşıması zordur, özellikle de büyük bir kafatasının içindeyken. Enerji sağlaması daha da zordur. Homo sapiens’te beyin toplam vücut ağırlığının yalnızca yüzde 2 ila 3’ünü oluşturur, fakat dinlenme hâlinde vücudun tükettiği enerjinin yüzde 25’ini harcarken, diğer maymunların beyni dinlenme anında enerjinin sadece yüzde 8’ini kullanır. Arkaik insanlar geniş beyinlerinin bedelini iki şekilde ödediler. Birincisi, gıda ararken daha çok zaman harcadılar. İkincisi, kasları köreldi. Savunmadan eğitime para aktaran bir yönetim gibi, insanlar bisepslerden nöronlara enerji aktardılar. Bunun savanda hayatta kalmak için iyi bir strateji olduğu şüphelidir. Bir şempanze Homo sapiens’le yaptığı bir sözlü tartışmayı kazanamaz, fakat maymun insanı bir oyuncak bebek gibi parçalayabilir. Bugün büyük beyinlerimiz çok işe yarıyor, çünkü hem şempanzeler den çok daha hızlı hareket etmemizi sağlıyor hem de güvenli bir mesafeden onlara ateş edebildiğimiz arabalar ve silahlar üretebiliyoruz. Ama arabalar ve tüfekler nispeten yeni şeyler. İki milyon yıldan uzun bir süre boyunca insanın sinir ağları giderek büyüdü, fakat çakmaktaşından bir kaç bıçak ve sivri sopa dışında insanlar bununla pek az şey yapabildiler. Peki, bu iki milyon yıl boyunca insan beyninin evrimini sürdüren şey neydi? Dürüst olmak gerekirse bu sorunun cevabını bilmiyoruz. İnsana mahsus diğer bir özellik de iki ayak üstünde dik yürümesidir. Ayaktayken av hayvanlarına veya düşmanlara karşı savanı taramak daha kolaydır ve hareket etmek için gerekmeyen kollar, taş atmak veya işaret etmek gibi işler için kullanılabilir. Ellerimiz daha fazla şey yapabildikçe ellerin sahipleri de daha başarılı hâle geldiler, dolayısıyla evrimsel baskı avuçlarda ve parmaklarda daha yoğun bir sinir ağı ve kasların gelişmesini sağladı. Bugün insanlar bunun bir sonucu olarak elleriyle çok ince işleri yapabilir, özellikle de karmaşık aletler üretip bunları kullanabilirler. Alet üretimine ilişkin ilk kanıtlar 2,5 milyon yıl öncesine aittir ve alet üretimi ve kullanımı, arkeologların eski insanların varlığını tanımaların daki temel ölçüleridir. Bununla birlikte, iki ayak üstünde yürümenin dezavantajları da vardır. İlkel atalarımızın iskeletleri, milyonlarca yıl boyunca dört ayağı üstünde yürüyen ve görece küçük kafası olan bir canlıdan evrilmiştir. Dik bir pozisyona geçmek büyük bir zorluktu, özellikle de iskeletin çok geniş bir kafayı desteklemesi gerektiğinde. İnsanlık geniş görüş açısının ve becerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmalarıyla ödedi. Kadınlar daha da fazlasını ödemek zorunda kaldı. Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu, üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişi insanlar için ciddi bir sorun hâline geldi. Bebeklerinin kafası ve beyni daha küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldılar ve daha çok çocuk sahibi oldular; doğal seçilim bu şekilde erken doğumlara hayatta kalma şansı verdi. Elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar, pek çok hayati öneme sahip sistemleri henüz tam olarak gelişmemişken erken doğar hâle geldiler. Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyebilir, bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek arayı şı sırasında onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleriyse yıllar boyunca yardım, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır. Bu durum insanlığın olağanüstü sosyal becerilerine ve kendine özgü toplumsal problemlerine ciddi katkı yapmıştır. Yalnız yaşayan anneler, eteklerinde yardıma muhtaç çocuklarıyla kendileri ve yavruları için gıda ararken çok zorluk yaşamıştır. Bir çocuk büyütmek, ailenin diğer üyelerinden ve komşulardan sürekli yardım almayı gerektirir, bu yüzden bir insanı büyütmek için bütün kabileye ihtiyaç vardır. Evrim böylelikle, güçlü sosyal bağlar kurabilenleri desteklemiştir. Buna ek olarak, insanlar az gelişmiş olarak doğduklarından diğer tüm hayvanlardan daha çok eğitilebilir ve daha çok sosyal ilişki kurabilirler. Pek çok memeli, anne kamından fırından çıkan toprak kap gibi çıkar, onları yeniden şekillendirmeye çalışmak onlara zarar verir. İnsanlar ise anne kamından bir ocaktan çıkan erimiş bir cam gibi çıkarlar ve şaşırtıcı oranda şekillendirilebilirler. Bu yüzden bugün çocuklarımızı Müslüman veya Budist, kapitalist veya sosyalist, savaşçı veya banşçıl olarak eğitebiliyoruz. Büyük bir beyin, alet kullanımı; üstün öğrenme becerisi ve karmaşık toplumsal yapıların çok önemli avantajlar olduğunu varsayıyoruz. Bütün bunların insanı dünyadaki en güçlü hayvan yaptığı çok açıktır. Öte yandan insanlar bu avantajlara zayıf ve sıradışı yaratıklar olarak kaldıkları iki milyon yıl boyunca da sahiptiler. Yani bir milyon yıl önce yaşayan insanlar, büyük beyinlerine ve sivri taşlara rağmen avcı hayvanlardan korkarak, nadiren büyük hayvanlar avlayarak yaşadılar ve hayatta kalmaları bitki toplayarak, böcek yiyerek, küçük hayvanları avlayarak ve daha güçlü hayvanların bıraktığı leşleri yiyerek mümkün olabildi. İlk taş aletlerin en önemli kullanım alanlarından biri kemikleri kırarak kemik iliğini almaktı. Bazı araştırmacılar bunun insanların ilk orijinal buluşu olduğunu düşünüyorlar. Ağaçkakanların ağaç gövdelerinden böcekleri almakta uzmanlaşmaları gibi, ilk insanlar da kemik iliği çıkarmakta ustalaşmışlardı. Peki, neden kemik iliği? Bir aslan sürüsünün bir zürafaya saldırıp onu yediğini gözünüzün önüne getirin. Onlar işini biti rene kadar sabırla beklersiniz. Ama hâlâ sıranız gelmemiştir, çünkü önce sırtlanlar ve çakallar -ki bunlara saldırmaya cesaret edemezsiniz- geriye kalanları yağmalarlar. Ancak onların da işi bittikten sonra, sağı solu dik katle kontrol ederek cesede yaklaşıp geriye kalmış yenebilir durumdaki parçalara ulaşabilirsiniz. Bu durum tarihimizi ve psikolojimizi anlamak için çok önemlidir. Homo cinsinin besin zincirindeki yeri çok yakın bir zamana kadar ortalardaydı. Milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanlar avladılar, ne buldularsa onu yediler ve aynı şekilde büyük avcılar tarafından avlandı lar. Ancak 400 bin yıl önce çeşitli insan türleri büyük av hayvanlarını av lamaya başladı ve ancak yüz bin yıl önce Homo sapiens’in ortaya çıkışıy la, insan besin zincirinde yukarı zıpladı. Orta sıralardan yukarıya doğru atılan bu büyük adımın çok önemli sonuçları oldu. Piramidin tepesindeki aslan ve köpekbalığı gibi diğer hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yükselmişti. Bu da, ekosistemin çeşitli kontrol ve denge mekanizmaları üreterek, aslanların ve köpekbalıklarının ortalıkta terör estirmelerini engelledi. Aslanlar daha ölümcül oldukça ceylanlar da daha hızlı koşmaya, sırtlanlar daha iyi işbirliği yapmaya, gergedanlar daha saldırgan olmaya başladı.. Buna karşın, insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistemin gerek li ayarlamayı yapacak vakti olamadı, ve buna ek olarak insanlar da bu değişime ayak uyduramadı. Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem yaratıklar; milyonlarca yıl süren hâkimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. Sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. Daha yakın zamana kadar savandaki orta hâili yaratıklar olduğumuz için hâlâ korku ve endişelerle doluyuz, ve bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor. Bir Aşçı Irkı: Bu sıçramadaki önemli adımlardan biri de ateşin kontrolünün keşfedilmesiydi. Bazı insan türleri 800 bin yıl önceden beri ateşi zaman zaman kullanıyordu; yine aşağı yukarı 300 bin yıl önce Homo erectus, Neandertaller ve Homo sapiensin ataları da ateşi günlük olarak kullanıyor du. İnsanlar nihayet güvenilir bir ışık ve ısı kaynağına ve aynı zaman da etraflarında gezinen aslanlara karşı ölümcül bir silaha kavuşmuşlardı. Kısa süre içinde insanlar komşularına karşı da bu silahı bilerek kullanmış olabilirler. Ateş dikkatli kullanıldığında sık bitki örtülerini av hayvanlarıyla dolu harika bir çayıra çevirebilir. Ayrıca ateş söndükten sonra, Taş devri girişimcileri hâlâ tüten kalıntılar arasında gezerek tütsülenmiş hayvanları, kabuklu yemişleri ve kökleri toplayabiliyorlardı. Ama ateşin en önemli katkısı pişirmekti. İnsanların normalde sindiremedikleri -buğday, pirinç ve patates gibi- yiyecekler, pişirebilme be cerisi sayesinde şu anda beslenmemizin temelini oluşturuyor. Ateş besinlerin kimyasını değiştirmekle kalmadı, onların biyolojisini de değiştirdi. Pişirmek gıdalarda bulunan parazit ve mikropları yok ettiği gibi, insanların eskiden beri çok sevdikleri meyve, kabuklu yemiş, böcek ve leşler pişirildiklerinde daha rahat çiğnenip sindirilebiliyordu. Şempanzeler günde beş saatlerini çiğ besinleri çiğnemeye harcarken, insanların pişmiş besinleri yemeleri için bir saat yeterli oluyordu. Yemek pişirmenin icadı insanların daha çeşitli besinler yiyebilmesini, yeme işlemini daha kısa sürede yapabilmesini, ayrıca daha kısa bağırsak ve daha küçük dişlerle idare edebilmesini sağladı. Bazı araştırmacılar yemek pişirmenin icadıyla insanların sindirim sisteminin kısalması ve beyinlerinin büyümesi arasında doğrudan bir bağlantı bulunduğuna inanıyorlar. Uzun bağırsaklar ve büyük beyinler çok ciddi enerji tükettiklerinden, ikisine birden aynı anda sahip olmak çok zordur. Yiyecekleri pişirme, bağırsakları kısaltıp enerji tüketimini azaltarak, Neandertallerin ve Sapiens’in devasa beyinlerinin önünü açtı. Ateş ayrıca insanlarla diğer hayvanlar arasındaki ilk büyük farkın oluşmasını sağladı. Neredeyse tüm hayvanların gücü vücutlarına bağlı dır: kaslarının gücü, dişlerinin boyutu, kanatlarının genişliği. Rüzgarlar dan ve akıntılardan yararlanabilseler de bu doğal güçleri kontrol edemezler ve her zaman fiziksel tasarımlarıyla sınırlıdırlar. Örneğin kartallar, sıcal hava akımlarını anlayabilerek dev kanatlarını açar ve sıcak havanın kendilerini yukarı kaldırmasını sağlarlar. Ancak bu sıcak hava akımlarının yerini değiştiremezler ve azami taşıma kapasiteleri kanat açıklıklarıyla doğrudan orantılıdır. İnsanlar ateşi kullanmayı öğrenince hem itaatkar hem de potansiyel olarak sınırsız bir güce kavuşmuş oldular. Kartalların aksine insanlar bir ateşi ne zaman ve nerede yakabileceklerine karar verebiliyor ve ateşi pek çok farklı amaç için kullanabiliyorlardı. En önemlisiyse ateşin gücü insanın yapısına, vücut biçimine ve gücüne bağlı değildi. Tek bir insan çakmaktaşıyla veya yanan bir çubukla, birkaç saat içinde koca bir ormanı yakabiliyordu. Ateşin kontrolü daha sonra olacakların habercisiydi. Sent from my iPad using Tapatalk Buğday'ın atası diye adlandırılan, 10,000 yıldır değişmeyen genetiğiyle bilinen Siyez Buğdayı ayrı bir güzel. Kastamonu'dan getirdiğim siyez buğdaylarının unuyla bu sabah ev halkına (uzun bir mayalanma süreci sonrası, fırında) bir ekmek yaptım (haftasonları ekmek yapmak da güzel ve meditatif bir hobi, öneririm ): Sent from my iPad using Tapatalk
03/06/2017, Saat: 16:56
Doğa, ağaçlar ve ormanları sevenlere Hikmet Birand'ın güzel kitapları ayrı bir keyif verir. Bu büyük doğa severin "Alıç Ağacı ile Sohbetler" ve "Anadolu Manzaraları" kitaplarını uzun yıllardır döner döner okurum.
Bugün aşağıdaki nefis kitabını (kim bilir kaçıncı kez) okuyup bitirdim. Konuyla ilgilenenlere her iki muhteşem kitabı da öneririm. Sent from my iPad using Tapatalk
03/06/2017, Saat: 17:13
"Suların da bir arkadaşlığı olur diye
Gördüğüm her yağmurun ardından gittim." Sent from my iPad using Tapatalk |
« Önceki Konu | Sonraki Konu »
|
Konu ile Alakalı Benzer Konular | |||||
Konular | Yazar | Yorumlar | Okunma | Son Yorum | |
Tarım Kredi Elit Zeytin Kolonyası İncelemesi | yarhasan | 4 | 14,771 |
23/12/2012, Saat: 00:07 Son Yorum: BigHillMe |