Geleneksel Tıraş Forumları

Tam Versiyon: Sonsuz Felsefe...
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Sayfalar: 1 2 3
Felsefenin çeşitli türleri vardır, en bilinenleri

1) varlık felsefesi (ontoloji) , bir şey var mıdır yok mudur
2) bilgi felsefesi (epistemoloji), bir şey doğru mudur? Doğru bilgi nedir?
3) Güzellik felsefesi (estetik) güzel olan nedir?
4) Ahlak felsefesi (etik) iyi olan nedir?
5) Mantık
Bence herşeyin temeli epistemolojidir

o halde soralım? Bize gelen bir bilginin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?
Her akımın kendi doğruları mevcut, doğruya bakış ve içlerine alışı çok farklı, sanırım burada kendi doğru düşüncelerimizi söyleyeceğiz..

Eski bir varoluşçu yeni monoteist olarak şöyle söyleyebilirim, insan ne kadar bilse o kadar cahilleşiyor, o kadar suskunlaşıyor. Cahilin kafasından bu yüzden çok ses çıkar Big Grin

Ne kadar bilsem o kadar cahil kalıyorum, çünkü yalnızım. Kendi ihtiyaçlarımı bile kendin karşılayamazken, nasıl bu sınırsız aklı kontrol edebilirim? Yalnız kalırsam, niçe gibi kafayı yerim mazallah..

Eskisi gibi bilimsel olmaya çalışmayacağım, süslü kelimelerle cehaletimi gizlemeyeceğim artık. Felsefe dersinden daima 10 puan almış ve ÖYS sınavında tam doğru çıkarmış biri olarak ki bu kadar basit değil, kelimeleri avam lisanıyla seçeceğim..

Doğru, kanımca tektir. ama kapısı pek çoktur. Girişi kolay, zahmetsiz, içine girildiğinde derya deniz. Eğer bu tek doğruya ulaşılamaz ise her şeyin içine kendi doğrusunu vermek durumunda kalırız, ya her şey, kendi içinde doğrudur, yahut doğru tek elde ve varolan herşey ondan alır varlığını dememiz gerek..

Doğru bilgi her şeyin, herkesin uyguladığı, düşündüğü değil, kendisine sunulan programa dahil bir olgudur. Yani o şeyin özündedir doğru. Kısmen yaratılışçılık olarak algılanabilecek bu fikir olarak görünse de yaratılış programında bir balığın dünyaya geldiğinde yüzebilmesi, bir hayvanın 10 dakikada koşabilmesi ve fakat insanın öğrenmeye tabi programında yürümesinin en az 10-12 ay kadar sürmesi program dahilinde gerçekleşir hep. Akıl sahibi insan, varoluşa kendinden bir şey katamayacağı gibi, sadece onu öğrenmeye gücü yeter. doğruyu sadece öğrenebilir, yeni bir doğru oluşturamaz ve özüne baktığında doğruyu bulabilirse başka doğruları kabul etmeyecektir. Yaratılıştan kaynaklanmayan, bir cismi vücudun kabul etmemesi gibi. Kendisine yararı dokunmayan şeylerden de kaçacaktır insan bu anlamda.

Konu hakikaten çok uzun özür dileyerek şimdilik girmeyeceğim, zaman zaman hocamızın sorduğu soruya cahil aklımla katılmak isterim. Felsefe akımları ile cevap da vereceğim..

Ne konu açmışız be sertaç hocam.. Çık çıkabilirsen şimdi Big GrinBig GrinTongue
Çıkamayız üstadım ama en azından deneriz Smile

Roma ile savaşırken kartaca komutanı Annibal dağların arasında ordusu ile sıkışmık günlerce yol bulamamışlar ve annibal şu sözü etmiş

Ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız....

Ben hayata bu yönüyle bakıp mutlaka bir yol bulabileceğimize yada açacağımıza inanlardanım.

benim düşüncem insanoğlu kendine görev biçmeye çalışıyor. Bence amaçsız ve nedensiz bir varoluşumuz var. Nasıl ki batının doğuya küstahlaştığı ve tüm açıklamaların tüm medeniyetin batıya mal edildiği bir zihniyet bize empoze ediliyorsa olan biten herşeyin insanların hatta bireylerin üzerinden döndüğünüde aynı şekilde empoze ediyorlar bize.


(31/08/2013, Saat: 10:05)mornetto Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Her akımın kendi doğruları mevcut, doğruya bakış ve içlerine alışı çok farklı, sanırım burada kendi doğru düşüncelerimizi söyleyeceğiz..

Eski bir varoluşçu yeni monoteist olarak şöyle söyleyebilirim, insan ne kadar bilse o kadar cahilleşiyor, o kadar suskunlaşıyor. Cahilin kafasından bu yüzden çok ses çıkar Big Grin

Ne kadar bilsem o kadar cahil kalıyorum, çünkü yalnızım. Kendi ihtiyaçlarımı bile kendin karşılayamazken, nasıl bu sınırsız aklı kontrol edebilirim? Yalnız kalırsam, niçe gibi kafayı yerim mazallah..

Eskisi gibi bilimsel olmaya çalışmayacağım, süslü kelimelerle cehaletimi gizlemeyeceğim artık. Felsefe dersinden daima 10 puan almış ve ÖYS sınavında tam doğru çıkarmış biri olarak ki bu kadar basit değil, kelimeleri avam lisanıyla seçeceğim..

Doğru, kanımca tektir. ama kapısı pek çoktur. Girişi kolay, zahmetsiz, içine girildiğinde derya deniz. Eğer bu tek doğruya ulaşılamaz ise her şeyin içine kendi doğrusunu vermek durumunda kalırız, ya her şey, kendi içinde doğrudur, yahut doğru tek elde ve varolan herşey ondan alır varlığını dememiz gerek..

Doğru bilgi her şeyin, herkesin uyguladığı, düşündüğü değil, kendisine sunulan programa dahil bir olgudur. Yani o şeyin özündedir doğru. Kısmen yaratılışçılık olarak algılanabilecek bu fikir olarak görünse de yaratılış programında bir balığın dünyaya geldiğinde yüzebilmesi, bir hayvanın 10 dakikada koşabilmesi ve fakat insanın öğrenmeye tabi programında yürümesinin en az 10-12 ay kadar sürmesi program dahilinde gerçekleşir hep. Akıl sahibi insan, varoluşa kendinden bir şey katamayacağı gibi, sadece onu öğrenmeye gücü yeter. doğruyu sadece öğrenebilir, yeni bir doğru oluşturamaz ve özüne baktığında doğruyu bulabilirse başka doğruları kabul etmeyecektir. Yaratılıştan kaynaklanmayan, bir cismi vücudun kabul etmemesi gibi. Kendisine yararı dokunmayan şeylerden de kaçacaktır insan bu anlamda.

Konu hakikaten çok uzun özür dileyerek şimdilik girmeyeceğim, zaman zaman hocamızın sorduğu soruya cahil aklımla katılmak isterim. Felsefe akımları ile cevap da vereceğim..

Ne konu açmışız be sertaç hocam.. Çık çıkabilirsen şimdi Big GrinBig GrinTongue
Mutlak doğru var mıdır ? Olsa bile bu sorunun tek bir doğru cevabı yok felsefede Smile

Dünyada pek çok din ve ideoloji mutlak hakikate sahip olduğu iddiasındadır. İnsanların % 99 u da akledip düşünerek değil içine doğdukları kültürün doğrularını (din, gelenek, ideoloji, siyaset, hukuk vs) kendi doğruları olarak benimser ve nasıl oluyorsa mutlak hakikate sahip oldukları için şükredip otururlar ve mutlu da olurlar.

Pek azı da yahu eğer gerçekten tek bir doğru yol varsa ve de tek doğru olduğunu iddia eden bunca akım varsa demek ki bunlardan sadece biri doğrudur diye düşünür ve bunun da doğru olamayacağını kısa süre sonra anlar.

Oysa insanoğlu ve insankızının elinde eğer gerçekten varsa dahi mutlak doğruyu bilecek bir araç yoktur. Zira insan aklı evrenin gerisindeki mutlak hakikati anlayıp analiz edecek verilere ve belki de kapasiteye sahip değildir.


İnsanın bilebileceği iki tür bilgi vardır

ampirik bilgi (deneyimsel bilgi, beş duyudan gelen ve gözleme dayalı bilgi)
rasyonel bilgi (akli çıkarımlarla elde edilen bilgi)


bu iki bilginin özü nesnel yani herkes için geçerli olmasıdır.

Güneşi izlerseniz doğudan doğup batıdan battığını gözlemlersiniz ve genelleme yaparak güneş doğudan doğar nesnel bilgisine ulaşırsınız. Bu bilgi nesneldir yani herkes için gecerlidir çünkü herkes aynı gözlemle aynı çıkarımı yapabilir


Gece yolda giderken bir ses duyar ya da bir ışık görürseniz bu ışığın bir kaynağı olmalı diye düşünürsünüz ve görmeseniz bile akıl ve kıyas yoluyla bu bilgiye ulaşırsınız. Aklınızı kullanarak tabiatta benzer olaylar benzer sonuçlar doğurur diyebilirsiniz. Bu da rasyonel bilgidir.


İşte bize sunulan soru ya da önermeler bu iki bilgi ile bilinemeyecek şeylerse bunlar konusunda bileceğimiz tek şey hiç birşey bilemeyeceğimizdir.

Mesela biri gelse ruh ve melek diye bir şeyler var dese biz bu önermenin ne varlığını ne de yokluğunu ampirik ve rasyonel olarak ispatlayamayız. Dedesinin bir peri ile evlendiğini söyleyen kişinin iddiası da aynı şekilde ispatlanamaz. Ama bunu iddia eden Necati çok dürüst bi arkadaştır eğer o dedesinin bir periyle evlendiğini ve babaannesinin de bir peri olduğunu söylüyorsa ona İNANIRIM diyebilirsiniz. İşte bu inançtır ve inanç konusu olan şeyler nesnel bir gerçeklik olmayıp birilerinin öznel gerçekliğinin başkalarınca kabul edilmesidir. Yani inanç bilgi değildir ve birinin inanılır bulduğu bir iddiya bir başkası gülüp geçebilir. Tam da bu nedenle dünyada bir sürü inanç vardır yoksa her konuda tek inanç olurdu.

Eğer Necati gerçektende babaannesi olan periyi görmüş ve konuşmuşsa bu Necati için bir gerçek bir hakikattir ama öznel yani sadece Necati için bir gerçektir. Çünkü diğer insanlar aynı şeyi deneyimleyip benzer bir bilgiye yani nesnel bir biligiye ulaşamazlar. Onlar ancak Necati'nin doğru ya da yanlış bir şey düşündüğüne inanabilirler. Dolayısyla Necati'nin peri babaannesini görmeyen diğer insanların Necati'nin hatırı için Necati'ye inanmalarını ve bunu herkes için doğru ve mutlak hakikat olarak kabul etmelerini istemek ve beklemek akla mantığa sığar bir durumn değildir.

İnsanlar ancak ampirik ve rasyonel bilgileri nesnel olarak kabul edebilirler. Ancak bu insanların bir şeylere inanmaması gerekitği sonucunu doğurmaz. İnsanlar kendi öznel gercekliklerini ya da başkalarının öznel gercekliklierini kabul edebililrler yani inanabilirler ama yanlış olan bana göre öyle olduğuna inandığım bir şeye herkesin inanmasını beklemektir.


Misal. Bir gün Necati'ile tavla atarken peri babaannesi şıp diye önümüzde belirse ben buna inanırım çünkü artık peri babaanne benim için ampirik yani gözlemle oluşan bir bilgi haline gelmiştir. Ama bütün akrabalarımın ve arkadaşlarımın aynı şeye inanmasını beklemem ve inanmayanlarla da küsmem gerekmez.

Dünyadaki temel epistemolojik sorun birçok insanın kendi öznel gerçekliğini (parapsikolojik deneyimler, ruh, tanrı, tanrıça, melek, şeytan, reenkarnasyon, ufolar, vs) herkesin nesnel gerçekliği olarak tanımlaması yanlışlığından kaynaklanıyor.
Hayatımda önemli yeri olan ve sürekli anımsadığım iki aforizma ile devam etmek istiyorum bu başlığa...

Öğrenmemin önündeki tek engel eğitimimdir... A. Einstein

Aslında ben zeki bir adamdım beni eğitim mahvetti.. M. Twain
Vahşet, insanoğlunun yaptığı en eski şenliklerdeki neşe kaynaklarından
biridir. Dolayısıyla tanrılara dehşet manzarası sunulunca onların da ferahladıkları ve neşelendikleri sanılır... ve böylece gönüllü acı çekmenin, insanın kendi seçtiği işkencenin iyi bir anlamı ve değeri olduğu düşüncesi yayılır dünyaya.... F.W.Nietzsche
Dünyada gerçekten güçlü olan birçok insan var; başbakanlar, CEO’lar, bankacılar, hareketlerin liderleri... Fakat tüm bunların hepsinden daha güçlü, bir nesne, bir şey var. Bu nesne paradır.

Para gerçekten çok güçlüdür. O, insanların, toplumların ve ülkelerin her türlü şeyi yapmasını sağlar. Para arayışı, kendinde bir amaç olarak, birçok insanın hayatını ele geçirir ve ekonomik büyümenin itici gücüdür. Ve toplumun tümünde para statünün, saygınlığın ve sosyal gücün bir simgesi olarak görülür.

Parayla ilgili gülünç olan şey onun sadece bir nesne olmasıdır. Bugünlerde altın gibi değerli bir nesne bile değildir. O, sadece kâğıt parçası veya bir bilgisayar ekranındaki sayılardır. O, irade, silah veya sözcüklere hiç ihtiyaç duymaksızın, tüm bu güç ve etkiye sahiptir.

Peki neden?

Nesnelerin toplumsal güce sahip olduğu, şeylerin kendi iradeleri varmış gibi hareket ettiği görüngüsü, Marx’ın “metaların fetişizmi” kavramı ile açığa çıkarmaya çalıştığı şeydir. Marx fetişizm derken kırbaçlardan, zincirlerden ve deri kıyafetlerden söz etmiyordu. O, kapitalist bir toplumda üreticiler arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkiler biçimini alma şeklinden söz ediyordu.

‘Fetişizm’ kelimesi başlangıçta büyülü güçlerin putlar veya muskalar gibi nesnelere atfedildiği dini uygulamaları tanımlamak için kullanılırdı. Eski Ahit’in Israiloğulları, Filistinlilerle olan bir savaşı kazandığında, zaferlerini yanlarında taşıdıkları ahit sandığının güçlerine atfederlerdi. Kaybettiklerinde ise, bu, sandığı kızdırdıkları içindi. Tabiî ki gerçekte, kazanma veya kaybetmeye neden olan onların kendi eylemleriydi. Onların kendi güçlerini bir nesneye atfetmeleri fetişizmdir. Marx'a göre, para ve metalar tıpkı böyledir. Bizler onların gizemli güçleri olduğunu düşünürüz, oysa onların güçleri gerçekte bizden, bizim yaratıcı emeğimizden gelir.

Şimdi bir işyerinin içine bir bakalım. Bu herhangi bir işyeri olabilir; kapitalist bir fabrika, bir köylü topluluğu, bir aile çiftliği, ne olursa. Burada farklı işçiler arasındaki ilişkiler doğrudandır. Ben bir zımbırtı yaparım ve onu doğrudan sonraki kişiye veririm. Eğer emek süreci ile ilgili bir şeylerin değişmesi gerekirse, bir yönetici bütün işçileri bir araya toplar ve “şimdi şeyleri farklı bir biçimde örgütleyeceğiz” der. Bu demokratik veya hiyerarşik bir biçim de olsa, doğrudan insanlar arasında oluşan bir örgütlenmedir.

Şimdi de işyerinin dışındaki pazara bir bakalım. Pazarda durumlar çok farklıdır. İşin örgütlenmesi, iş bölümü, insanlar arasındaki doğrudan toplumsal ilişkiler yoluyla gerçekleşmez. Pazarda emeğin ürünleri birbirleriyle, değerleri olan metalar olarak karşılaşırlar. Şeyler arasındaki bu etkileşimler, tekrar üretimi etkiler. Bunlar işçileri değiştirmesi, daha fazla veya daha az üretmesi, kepenkleri kapatması veya işi büyütmesi vb. için üreticilere işaret yollayanlardır.

Maden işçileri, fırıncılar, marangozlar ve aşçılar birbirleriyle doğrudan ilişkili değillerdir. Bunun yerine emeklerinin ürünleri; kömür, ekmek, dolap ve makarna pazarda karşılaşır ve birbirleriyle mübadele edilirler. İnsanlar arasındaki maddi ilişkiler şeyler arasındaki toplumsal ilişkilere dönüşür. Bizler kömür, ekmek, dolap ve makarnaya baktığımızda onları yaratan emeği görmeyiz. Biz sadece birbirleriyle değer ilişkisi içerisinde olan metaları görürüz. Bir yığın kömürün değeri, pek çok somun ekmek eder. Bir dolabın değeri, çok fazla miktarda makarna eder. Değer, nesnenin toplumsal gücü, işçilerin arasındaki ilişkinin bir sonucu değil, kendi özelliğiymiş gibi gözükür.

Para metaların tanrısıdır. Bütün diğer metalar kendi değerlerini, para aracılığıyla ifade ederler. Bir kalem için harcanan toplumsal emek miktarı 20 centtir. Büyük bir piyano yapmak için harcanan toplumsal emek miktarı 20 bin dolar olur. Metaların tanrısı olarak para toplumsal gücün nihai ifadesi halini alır. Her şey olabilir, her şeyi satın alabilir, her şeyi yapabilir. Oysa para yalnızca bir tomar kâğıt, bir yığın değerli taş, bilgisayardaki bir rakamdır… O, yalnızca toplumsal ilişkilerin bir ifadesi olduğu için bu güce sahiptir.

Bizler tükettiğimiz metaların dünyasında dolaşan, atomize edilmiş bireyleriz. Bir meta satın aldığımızda, sadece kendimiz ve meta arasında bir deneyim yaşamış oluruz. Bu etkileşimlerin arkasındaki toplumsal ilişkileri görmeyiz. Metalar dünyası aracılığıyla düzenlenen bir toplumsal ilişkiler ağı olduğunun bilincinde olsak bile, bu ilişkileri doğrudan deneyimlememizin hiç yolu yoktur çünkü... Bu ilişkiler doğrudan ilişkiler değildir. Biz sadece bu toplumsal ilişkilerin yalıtılmış entelektüel bilgisini elde edebiliriz, doğrudan ilişkiyi değil. Her ekonomik ilişkiye, meta denilen bir nesne aracılık eder.

İnsanlar arasındaki toplumsal ilişkiler aracılığıyla işleyen bu süreç, Marx'ın "şeyleştirme" dediği, şeyler arasındaki ilişki halini alır. Şeyleştirme, kapitalist bir toplumda şeylerin neden insan niteliğindeymiş gibi göründüğünü açıklamaya yardımcı olur. Cansız nesneler, nesnenin kendisinden gelmiş gibi görünen "değer" ile bahşedilen yaşamı kazanır. Diyelim ki bir kitap 20 dolar, bir süveter ise 25 dolar değerindedir. Ancak bu değer, süveterin kendisinden gelmez. Süveteri kesip açarak içinden 25 dolar çıkaramazsınız. Bu 25 dolar süveter ile pazardaki diğer bütün metalar arasındaki ilişkinin bir ifadesidir. Ve bu metalar yalnızca, pazar mübadelesinde düzenlenen toplumsal emek sürecinin maddi biçimleridir. Bunun nedeni insanların emeklerini değerin olduğu pazar aracılığıyla örgütlemeleridir.

Değerin, toplumsal ilişkilerin bir biçimi olduğu değil de metanın kendisinden geldiği yanılsaması "fetiş"tir. Kapitalist toplum bu tip yanılsamalarla doludur. Para tanrısal özelliklere sahipmiş gibi görünür, oysa bunun böyle olmasının tek nedeni paranın bütün metaların değerlerini ifade etmek için kullanılan nesne olmasıdır. Kâr mübadelenin kendisinden ortaya çıkmış gibi görünür; oysa Marx kârın aslında üretim sürecinde sermaye ve emek arasındaki eşitsiz ilişkilerden nasıl meydana geldiğini açıklamak için çok çaba harcamıştır. Rant, topraktan kaynaklanmış gibi görünür, Marx rantın aslında emek tarafından üretilen değere el konulmasından geldiği konusunda son derece kararlıdır. Biz bu fetişist düşünceleri günümüzde ana akım iktisat teorisinde, değerin tüketici ile meta arasındaki öznel deneyimden kaynaklandığı ve sermayenin değeri kendi kendine yarattığı fikrinde görürüz.

Oysa meta fetişizmi teorisi sadece bir yanılsama teorisi değildir. Bu, bütün dünyanın bir yanılsama olduğu, gerçekliğin yüzeyin altında uzaklarda bir yerde, daima görüş alanı dışında bulunduğu demek değildir. Yanılsama gerçektir. Metalar gerçekten değere sahiptir. Paranın gerçekten toplumsal gücü vardır. Tek başına insanlar gerçekten güçsüzdür ve maddi yapıların gerçekten toplumsal gücü vardır. Üreticilerin arasındaki ilişkilerin doğrudan olduğu, yüzeyin altında bulunan gerçek bir üretim dünyası yoktur. Üreticiler arasındaki ilişki sadece dolaylıdır ve sadece metaların gizemli dünyasıyla düzenlenir.

Sonuç:
Meta fetişizmi teorisi Marx'ın değer teorisinin merkezidir ve onu seleflerinden keskin bir şekilde ayıran şeylerden biri budur. Adam Smith ve David Ricardo fiyatları emek zamanıyla açıklanmış şekilde ele alırlar. Fakat Marx'ın değer teorisi fiyat teorisinden çok daha fazlasıdır. İnsanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin, daha sonra bu toplumsal ilişkileri tekrar etkileyen ve şekillendiren maddi biçim haline gelmesinin teorisidir. Emek metalarda cisimleşmiş değer biçimini alır. Para biçiminde fiyatı bu değerin evrensel ifadesi haline gelir. Para arayışı, kendinde bir amaç olarak, topluma egemen olur. Üretim araçları sermaye haline gelir. Para, metalar ve sermaye, toplumsal değerin temsilcileri olarak, toplumun kontrolü dışında kendi hesabına bağımsız güçler haline gelirler. Değer yasası bu güçlerin yasasıdır. Tekeller veya devlet aracılığıyla bu güçler üzerinde kontrol uygulama girişimleri her zaman değerin toplumsal karşıtlığı tarafından ağa düşürülür.

Okuma Önerileri:

Kapital Cilt 1, Karl Marx
Meta fetişizmi kuramı bölüm birin sonunda sunulmuştur.

Marx'ın Değer Kuramı Yazıları, Issac Rubin
Bu Marx'ın değer teorisinin bir çok yönüne dair çok iyi bir kitap. Bu video dizisi bir çok açıdan bu kitabın çağdaş bir yorumu olmaya çalışmıştır. Giriş bölümleri meta fetişizmi hakkındadır.
Doğum günümü pek önemsemem ancak ilginç bir tesadüf ki hayatıma yön verip beni kitaplarını defalarca okumaya iten iki filozof ile aynı gün doğmuşum bu köşede onlara da iyi ki doğdunuz iyiki karşıma çıktınız demek istiyorum... Çalışma odamda altı adet portre çerçeveli asılıdır üçü en üstedir ikisi f.w.nietzsche ve m. foucault'dur...

http://tr.wikipedia.org/wiki/Friedrich_Nietzsche

http://tr.wikipedia.org/wiki/Michel_Foucault
(18/10/2013, Saat: 15:42)sertaç Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Doğum günümü pek önemsemem ancak ilginç bir tesadüf ki hayatıma yön verip beni kitaplarını defalarca okumaya iten iki filozof ile aynı gün doğmuşum bu köşede onlara da iyi ki doğdunuz iyiki karşıma çıktınız demek istiyorum... Çalışma odamda altı adet portre çerçeveli asılıdır üçü en üstedir ikisi f.w.nietzsche ve m. foucault...

http://tr.wikipedia.org/wiki/Friedrich_Nietzsche

http://tr.wikipedia.org/wiki/Michel_Foucault

SleepySleepySleepy
Sayfalar: 1 2 3