Geleneksel Tıraş Forumları

Tam Versiyon: Yazı-çizgi-edebiyat
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Sayfalar: 1 2 3 4
(10/12/2013, Saat: 01:18)hergele Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]martin amca bir nefeste okudum, çok beğendim. Kalemine sağlık....
Diğer öykülerini de uygun bir zamanda okuyacağım..

çok naziksiniz sevindirdiniz beni
(10/12/2013, Saat: 00:23)martin Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Merhaba sevgili dostlar

Geleneksel tıraşa ilişkin ve forumumuza da atıf yapan bir öyküm izedebiyat adlı edebiyat sitesinde yayına girdi. Meraklı arkadaşların okumlarını ve yorumlarını beklerim

şimdiden teşekkürler

link: http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=116323



Ustadım kalemınıze saglık cok keyıflıydı rus edebiyatı etkısı var sankı Smile
Merhaba Sertaç Bey,

Rus edebiyatı etkisi bulmanız beni düşündürdü. Çehov'u çok sevmem ve 8 ciltlik öykülerini hatmetmiş olmamımın bir etkisi mi diye düşünüyorum şimdi.

Aslında bu öyküde saniyelerle yaşanan anlık duyguları vermeye çalıştım. Hepimizin tıraş olurken şöyle böyle yaşadığı duygular yani

Yorumunuz için teşekkürler
"Kutudaki her bir jiletin ömründeki birkaç günü temsil ettiğini ve o günlerde hissetmiş olduğu mutluluk, hüzün, kızgınlık, huzur gibi tüm hislerinin bu küçük metal parçalarına geçtiğine inanmaya başlamıştı."

Benim için bu çok etkileyici idi..

Ellerinize sağlık üstadımız..
Nerede O Eski Usturalar (Rıfat Ilgaz)

Yüzümü, tüyü dökülmüş bir fırçayla sabunlarken; “Nerede o eski traş fırçaları beyim” dedi. “Ne fırçalardı onlar, kıl değil, samurdandı sanki.. Sonra beyim, o traş sabunları...”

“Şimdi boş ver sabunlamadan traşa. Diri diri tavuk yolmaya benzer. Sabunladın mı, hem deri beslenir, hem kıllar yumuşar, hem de usturaya iş düşmez!”

Sabunlama işi, yetkililerin kasıla kasıla verdikleri böyle ipe sapa gelmez nutuklar gibi sona erdi. Sıra geldi usturanın kayışa tutulmasına;

“Nerede beyim o eski usturalar!” dedi. “Benim bir çifte cambaz usturam vardı. Yüzü kıl gibi kalıncaya kadar kullandım. Alman malı. Ustura dedim de beyim... Geçenlerde bir ustura aldım. Bilerken düşmez mi elimden. Sırça mısın mübarek! Sapı tuzlan buz oldu. Usturanın demiri kaldı dımdızlak elimde. Tam otuz iki sene kullandığım çifte çambazın sapını aldım doğru Tahtakale’ye... Göstermediğim dükkan kalmadı. Biri çıkıp da: “Ben yaparım!” diyemedi. Döndüm eve, aldım çekici elime. Nalın çivisini koydum usturanın perçin deliğine... Tık... Tık... Tık... Perçinledim taş gibi. Nah! Tanıyabilecek misin, işte şu elimdeki ustura!”

Usturayı tam burnumun ucuna dayadı:

“Bu sapa, başka usturanın nasıl diyebilirsin!”

“Nasıl derim! Usturayı dayadın burnuma!” dedim.

“Her iş gelir elimden” dedi keyifli keyifli güldü. “Geçen gün, söylemesi ayıp, yemekten kalktım. Tam elimi yıkayacağım. Musluğu bir çevirdim olduğu gibi boşanıvermez mi! Nerde eski musluklar!... Beyim, bir haftada yepyeni musluk yalama olur mu? Tam akşam üzeri musluk tamircisini nereden bulacaksın? Sıvadım kolları... Dayan dedim berber İsmail! Musluk tamiri deyip de geçme Beyim! Aşağıdan suyu kesmeden köseleyi kim değiştirebilir? Sen olsan musluğu söktün mü, göle çevirirsin mutfağı. Bir havlu attın mı musluğun üstüne tamamdır. Elinin üstü bile ıslanmaz! Beş dakikada taktım köseleyi. Karı şaştı kaldı! Ya, Beyim, her iş gelir elimden!”

Usturayı bir kere daha kayışa tuttu. Sonra kulağımın memesinden kezliyerek yapıştırdı yüzüme. Tam saç bitimi çizgisinden çekti aşağı doğru. Kırmızı bir çizgi de, cetvelle çizilmiş gibi usturanın peşinden çekiliverdi. Usturayı öfkeyle kapattıktan sonra:

“Hay aksi şeytan!” dedi.

Çekmeceyi çekti, tebeşir gibi bir şey çıkardı. Kanlı çizgiye sürüştürmeye başladı. Kan, sürttükçe artıyordu:

“Nerde Beyim o eski kan taşları!” dedi. “Bir sürdün mü bıçak gibi keserdi!”

“Yani ustura gibi” diye düzelttim. O hiç bozmadı:

“Evet, bir sürdü mü ustura gibi keserdi, nerde o eski kan taşları!”

“Sakın taşlar değil de, kanlar bozulmuş olmasın!” dedim. “Et yok, peynir yok, yani protein dedikleri... Kanlar sulanmasın da ne yapsın! Nerdeyse beyinler sulanacak!”

Bu görüş, çok hoşuna gitmişti:

“Kan da süt gibi bir maddedir. Sütler sulanır da kanlar neden sulanmaz!” diye beni doğruladı. Kapağı kırık bir kavanozdan bir tutam pamuk çekti, yapıştırdı kanlı çizginin üzerine. Sonra usturayı açtı, yeniden kayışa tuttu:

“Eski kayışlar da kalmadı beyim!” dedi. “Usturanın ağzındaki kılağıyı bile almıyor!”

“Yoo!” dedim. “Şimdiki kayışlara bir şey diyemezsin. Eskilere taş çıkartıyorlar.”

Yaptığım ucuz espriye boş verdi:

“Herif radyoda skeç dinlemiş!” dedim içimden.

“Nerde o eski kayışlar” diye sözünü tazeledi. “Çarka tutacağına kayışa tut usturayı. Tükürüp de iki kere sürdün mü, adamı değil, domuzu traş et!”

Hafiften tırnağına bastırıp denedikten sonra besmeleyi çekti. Pamuk bölgesinin altından dayadı usturayı. Bastırdı. Sakalla beraber ,deriyi aldı götürdü. Olan olmuştu ben kılımı bile kıpırdatmadım:

“Fazla biledin usturayı!” dedim. “Sakalı değil, deriyi bile götürüyor!”

Sanki onun yüzü kesilmiş gibi ters ters baktı bana:

“Eski sabunlar da yok ki...” dedi. “Pamuk gibi ederdi sakalı. Eskiden bu sabunu, değil traşta, bulaşıkta bile kullanmazdık!”

Önce kan taşını sürdü, sonra bir tutam da pamuk yapıştırdı. Traşa yeni başlarmış gibi, besmeleyi çekti, asıldı usturaya. Çenenin ucuna kadar kaydırdı. Bu sefer bir kaza olmamıştı. Ama o, bu başarısına inanamadı, bir usturanın ağzına baktı, bir de suratımın derisine. Hayır, kan taşına iş düşmemişti. Daha cesaretle başladı suratımı kazımaya... Bu tam tabakhane işi bir kazımaydı. Ben yüzümü usturadan kaçırdıkça, öbür eliyle sıkıca yakalıyor, işini zor kullanarak sürdürüyordu. Biraz da dikkatimi dağıtmak için başladı bıraktığı yerden:

“Dedim ya Beyim, her iş gelir elimden. Geçen gün yengeniz küpten su alırken bakır maşrabayı vurmuş küpün kenarına... Küp ikiye bölünmez mi?”

“Bölünmez!” diye kestim. “Hiç koskoca küp bir maşrapa dokunmasiyle ikiye ayrılır mı?”

“Ayrıldı işte!” diye diretmeye başladı.

“Ayrılmaz!” dedim. “Mutlaka çarpıp devirmişlerdir!”

Herifin aklı yatar gibi olmuştu:

“Diyelim ki, karı devirdi, neticede küp kırıldı ya! Benim anlatacağım şey, küpün yapıştırılması meselesi...”

“Yapıştırdın demek!”

Sigara sarısı uzun dişlerini göstere göstere güldü:

“Hem de nasıl! Aldım çimentoyu. Nerden buldun çimentoyu böyle günde, diyeceksin...”

“Demem, demem, anlat sen!..”

“Aldım bir avuç çimentoyu... Temiiiz bir sulandırdım. Üstten sıvaya sıvaya, yedire yedire... Sürte sürte...”

Sanki küp, benim suratımdı. Sıvazlayıp duruyordu. Küpü yeniden yapsa bu kadar uzun sürmezdi.

“Kayınpeder gördü de şaştı kaldı, sen olsan Beyim, atardın küpü, işe yaramaz diye... Bu devirde her şeye para verirsen başa mı çıkar? Her iş gelir bereket versin elimden!”

Ustura tam çenemin kıvrımına gelmiş, dayanmıştı. Kolaylık olsun diye dilimle kabartayım dedim. O, bu yardımımdan alındı. Zanaatına bir dil uzatma saydı bunu:

“Çek dilini!” dedi.

Usturayı çene çizgisinden ters bir çekişle kaydırdı. Kaydırmasiyle canımın yanması bir oldu:

“Hay aksi şeytan! Ustura değil, tırnak çakısı... Bununla hıyar bile soyulmaz be! Ah, nerde o eski usturalar!”

“Neden soyulmasın!” dedim. “Bal gibi soyuluyor işte!”

Herifin benim esprilerime hiç kulak astığı yoktu:

“Beyim, seninki de çene değil ki... Çene dediğin...”

“Doğru...” dedim. “Çene dediğin, seninki gibi olmalı!”

Gene kan taşı çıktı, pamuk ekildi. Olanı biteni unutturmak için başladı hünerlerini döktürmeye:

“Geçen gün asma saat zınk diye durdu. Hemen aldım elime tornavidayı. Saatçıya götürsem anasının nikahını isteyecek... Saat tamirine de mi para vereceğiz. Her iş gelir elimden. Saat tamiri, radyo tamiri, ütü tamiri...”

Kilit tamirinde traş bitmişti. Doğrulduğumu görünce;

“Perdah?” diye sordu:

“Yaptın ya!” dedim.

Kesilmedik yerlerime kolonya sürdü. Kolonyasının alkolü düşük olduğu halde yüzüm saplanmış gibi yanıyordu. Kafamı bir güzel ıslattı. Aldı tarağı eline:

“Nerde o eski taraklar!” dedi. “İki kat olur gene kırılmazdı. Bak şu tarağa. Ağzımın içine döndü, dişleri döküle döküle!... Nerde o fildişi taraklar...”

Beni idam mahkumuna çeviren beyaz örtüyü boynumdan çözdü.

“Serbestsin!” der gibilerden:

“Sıhhatlar olsun beyim!” dedi.

“Sağol!”

Dört yanına bakındı, birini arar gibi:

“Ah Beyim,” dedi, “Nerde o eski çıraklar. Buluyorum mahalleden bir çocuk, bir gün duruyor, pırrrr! Gözleri oyunda. Meslek ölüyor Beyim. Geriden çırak yetişmezse... Kalfa yetişmezse, usta nasıl yetişir!”

“Bak!” dedim, “Bunda yerden göğe kadar haklısın!

Biraz daha dalına basmak için:

“Ahhh!” dedim, “Nerde o eski berberler... Yenileri musluk tamir etmekten, kırık küpleri yapıştırmaktan, bozuk saatleri onarmaktan berberlik etmeğe zaman bulamıyor ki... Şimdikiler usturanın yarığına jilet kakıp da traşa geçiyor. Öldü berberlik! Nerde o eski berberler!...”
(10/12/2013, Saat: 02:04)martin Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Merhaba Sertaç Bey,

Rus edebiyatı etkisi bulmanız beni düşündürdü. Çehov'u çok sevmem ve 8 ciltlik öykülerini hatmetmiş olmamımın bir etkisi mi diye düşünüyorum şimdi.

Aslında bu öyküde saniyelerle yaşanan anlık duyguları vermeye çalıştım. Hepimizin tıraş olurken şöyle böyle yaşadığı duygular yani

Yorumunuz için teşekkürler


Üstadım kesinlikle bunu yazarken baz aldığım 3 isim vardı. Turganyev, Çehov ve psikolojik duygusal vs anlatımla dostoyevski. ben okurken o anın içinde hissettim kendimi ..
(10/12/2013, Saat: 00:23)martin Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Merhaba sevgili dostlar

Geleneksel tıraşa ilişkin ve forumumuza da atıf yapan bir öyküm izedebiyat adlı edebiyat sitesinde yayına girdi. Meraklı arkadaşların okumlarını ve yorumlarını beklerim

şimdiden teşekkürler

link: http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=116323

Elinize sağlık.Umarım tıraş hariç kısım kurgudur.
unnamed üstad teşekkürler, çok keyifli olmuş...

nerede o eski yazarlar beyim Tongue şimdinin milletini aşağılayana ödül verdikleri yazarlarının yanında sanatkarlarmış bre dedirtiyor..
@martin üstad ne güzel bir öykü. Kendi adıma teşekkür ederim. Ayrıca uzun zamandır tek başıma canlandırmaya çalıştığım bu başlığı da can kattınız bunun için ayrı mutlu oldum.

Üstad bir de hatırlar mısınız siz foruma yeni üye olduğunuz zamanlar ikimiz karşılıklı olarak birer öykümüzü paylaşıp konuşmuştuk. O konudaki iki öyküyü buraya eklemek istedim fakat bulamadım. Bir ara tüm forum silinmişti oraya mı kurban gitti acaba?
(10/12/2013, Saat: 14:33)zorba58 Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]@martin üstad ne güzel bir öykü. Kendi adıma teşekkür ederim. Ayrıca uzun zamandır tek başıma canlandırmaya çalıştığım bu başlığı da can kattınız bunun için ayrı mutlu oldum.

Üstad bir de hatırlar mısınız siz foruma yeni üye olduğunuz zamanlar ikimiz karşılıklı olarak birer öykümüzü paylaşıp konuşmuştuk. O konudaki iki öyküyü buraya eklemek istedim fakat bulamadım. Bir ara tüm forum silinmişti oraya mı kurban gitti acaba?

Evet zorba üstadım ben de hatırlıyorum çok tatlı bir muhabbetti ama malesef kaybolmuş gibi.

Bu başlığı açtığınız için çok sağolun. Bu akşam baktım tam 33 kişi okumuş öykümü. Henüz daha yayaına gireli 24 saat oldu. Bu çok sevindirici tabi ki benim için. İzedebiyat sitesinde 18.734 okuyucum olmuş ama basılı öykü kitabım daha 1000 adet satamadı Sad

Malesef kirapların ön raflara bolca konması ve kitap eklerinde tanıtımının yapılması satış yaptırıyor. Bu da bir takım özel ilişkiler gerektiriyor.

NEDEN İZEDEBİYATTA YAZIYORUM?

Yıllardır öykülerimi edebiyat dergilerine gönderirim ama daha bir tanesi bile tek bir öykümü yayınlamadı. Katıldığım yarışmalardan da olumlu bir sonuç elde edemedim.

Ben de kendi kendime galiba çok kötü yazıyorum diye düşünmeye başladım. Ancak öykülerimi kime okutursam "bunları mutlaka bastırmalısın" şeklinde görüşler alıyordum. Sonunda bir yayınevi ile anlaştık ve öykü kitabım Mor Tesadüfler basıldı. Ancak kitap kendini duyuramadı ve satış rakamları tatmin edici olmadı.

Bunun üzerine izedebiyat sitesini keşfettim ve yayınlanmış ve yayınlanmamış bazı öykülerimi internet ortamında yayınladım. Hayretle gördüm ki tek bir öyküm bile 5000e yakın okuyucu bulmuş. Toplamda bugün itibari ile 18.734 okuyucum olmuş. Anladım ki öykülerimi beğenmeyen öykü dergilerinin editörlerinin görüşleri ile okuyucunun görüşleri aynı değil.

Edebiyattan ve yazarlıktan maddi bir beklentim olmadığı için dert etmiyorum. Önemli olan geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilmek.

Lütfen siz de öykülerinizi izedebiyatta yayınlayın emin olun çok beğenilecektir.

Sevgiler

Martin
Sayfalar: 1 2 3 4